4-A SINIFIMIZ
Atatürk ve Çocuk
Atatürk ve Çocuk
Prof. Dr. Ahmet İnam
Atatürk, kimi sevdiklerine, "çocuk" diye seslenirdi. Atatürk'ü hep gözleri ışıl ışıl, yaşama sevinciyle dolu bir çocuk olarak düşünmüşümdür.
Çocuk olabilmek, çocuk kalabilmek
Yeni, yaratıcı, meraklı, araştırıcı olmanın eşiğinde durmak değil midir? Bakmayın siz ruhbilim öğretilerinde dile getirilmeye çalışılan "içimizdeki çocuk" kavramı içinde tutulmaya zorlanan çocukluğu: Çocukluğun kuram aşın bir niteliği vardır. Kitap okunarak çocuk olunmaz. Çocukluk bir karakterdir. Elbette, bir ölçüde edinilebilir, İnsan çocukluğu keşfedebilir, ona ulaşmaya çabalayabilir. Nietzsche'nin Zerdüşt'ü üçlü evrimden söz eder: Sırasıyla, deveyken aslan, aslanken çocuk olmak: Evrimin bir anlamda ucunda durur çocukluk. Deve, isteyince çocuk olamaz. Çocukluk, yaşamın bir döneminde yaşanıp, yitirilir biyolojik olarak. Ruhun çocukluğa ulaşması ise, özgürlük ister, bağımsızlık. Ruh bağımsızlığına erişemeyenler çocuk olamazlar. Boynu bükük, bağımlılığı alışkanlıklarla yaşayan insanlar haline gelirler. Olgunluk, bana sorarsanız; çocukla yaşanan olgunluktur.
Atatürk Çocuktu
Yeniliğin, dönüşümün yılmadan ardında koşabilen, düş dünyası geniş, meraklı, araştıran. Atatürk çocuktu ve Cumhuriyetin çocuk kalmasını istedi hep: Her dem taze, her dem devingen, keşfedici, yaratıcı.
İnsanlar gibi ülkeleri de çocuk olabilirler; yaşlı, yorgun kültürler olabilir, ağır, yavaş devinen. Ben ülkemin hep çocuk olduğunu düşündüm. Atatürk denen bir dahiyi yetiştiren çocuk ülke. Çocuk Atatürk'ü yetiştiren çocuk ülke.
Cumhuriyet ruhu, Atatürk'ün ona kazandırmaya çalıştığı ruh, heyecanlı, meraklı, araştırıcı bir çocuk ruhuydu: Bilimde, sanatta, düşüncede kendini gösteren, ona giydirilmeye çalışılan özgürlüğü kısıtlayıcı giysiyi parçalayıp; yaşama kendi açısından bakabilme cesaretini taşıyan olgun çocuk ruhu.
Oysa ne Atatürk'ün ne de Cumhuriyetin çekirdeğindeki çocuğu keşfedemedik. Atatürk törenlerde, yorgun, heyecansız, basmakalıp düşüncelerle dolu, çocukluğunu yitirmiş, yılgın insanlarca yıpratıldı; ondaki coşku ve heyecan yorumlanamadı. Bayat yorumlarla Atatürk, düzleştirilmeye, yaşlandırılmaya çalışıldı, çoğu kez bilinçsizce. Onu, ona yakışacak biçimde anmayı, yorumlamayı bilemedik. Aynı durum Cumhuriyetimizin de başına geldi. Cumhuriyet sürekli devinim, sürekli yenilenme, sürekli atılım, sürekli araştırma demekti. Oysa O, içinde taşıdığı çocuk ruhuna uygun yorumlanamadı. Kültürün çocuk ruhunu harekete geçiren oyun ruhu, bilim, sanat ve düşünceyle sağlanabilirdi. Bilim insanı olabilmenin, gerçekleri keşfetme başarısının oyun oynamayı seven, düş gücü son derece gelişmiş bir çocuk ruhu ile sağlanabileceğini anlayamadık.
Yoksul, düzensiz bir yaşamda insanlar çocuk olamıyor, çocuk kalamıyor, çok çabuk büyüyor. Çocukluğunu yaşayamamış, çocukluğa hasret insanların çoğunlukta olduğu bir kültürde, doğmaları sorgulayabilen, yaratıcı olma özgürlüğüne, özerkliğine sahip insanlar yetişemiyor. Yaşamı bir kocaman yük sayan, gergin, kaygılı insanların umutsuz çözüm arayışları egemen olmaya başlıyor kültüre.
Oysa Cumhuriyetin çekirdeğinde, Atatürk olmanın özünde çocukluk var: Devşirilmiş, öğrenilmiş, diğer kültürlerden, insanlardan, hele hele kuramlardan alınmış çocukluk değil bu: Düşlerle, yaşama sevinciyle dolu, bize özgü, özgün bir çocukluk: Bilimde, sanatta, düşüncede yaratıcı ürünler ortaya koymamıza olanak sağlayacak özgürlük, özerklik.
Yitirdik çocukluğumuzu. Ağır bir ekonomik yük binmiş sırtımıza. Olgun çocuk ruhumuz, bu güçlükleri yenmeye hazır. Sıkıntılar, acılar çekilecek. Çocuk Atatürk'ün bize emanet ettiği çocuk Cumhuriyet, çocukluğunu hatırlamalı yeniden. Düşlerini, yaratıcı oyunlarım kuşanmalı: Bilim, sanat ve düşünceye çocuk canlılığı ile katkıda bulunmaya çalışmalı.
Kaynak: MPM Anahtar-Nisan 2003-Sayfa 20, Cumhuriyet Bilim Teknik, s. 81
kaynak: gizliilimler.tr.gg